Efnan Atmaca – Hangi vakit birbirinden koptuklarını hatırlamayan iki erkek kardeş seyahate giden annelerinin evinde bir araya gelip hem kendileriyle hem hayatla hem de sistemin dayattığı ‘sözde değerler’, ‘özde saçmalıklar’la hesaplaşıyorlar, yüzleşiyorlar. Metin Sam Shepard’tan uyarlanınca, çeviride Yıldırım Türker’in imzası bulununca, yönetmen koltuğunda Mert Öner tüm maharetini sergileyince ve sahnede Serhat Teoman, Buğra Gülsoy, Burak Sarımola ile Ayşe Lebriz Berkem sakin ama etkili oyunculuklarıyla övgüye değer bir performans koyunca seyir zevki yüksek bir oyun çıkıyor yeni sezonda seyirci karşısına.
Yeni bir tartışma
“Cırcır Böcekleri, İtler ve Biz”de Gülsoy dışarıdan bakınca ‘özenilesi’ yaşam sürdüren bir senaristi, Teoman ise kendini dağlara vurmuş hırsız kardeşi canlandırıyor. Her fırsatta birbirlerinin canlarını yakıcı kelimeleri özenle seçmekten kaçınmayan iki kardeş kendi huzursuzluklarından birbirlerini suçlayarak kurtulmaya çalışıyorlar. Çünkü karşılarında gördükleri aslında hem tam zıtları hem de en çok özendikleri. Senarist kardeş tam yazdığı senaryoyu yapımcıya satmak üzereyken ‘serseri’ yönünün çekiciliğini kullanan kardeşi onun hayallerini yıkan bir hamle yapıyor. Bir gazete haberinden uydurduğu senaryoyu ‘aymazlığın ve kaypaklığın’ sureti olan yapımcıya satıyor. Burak Sarımola’nın canlandırdığı yapımcı günümüz sanat dünyasının defolarının hepsinin temsili gibi beliriyor sahnede. Herkes gülüyor gülmesine de karakterin şuursuzluğuna mı kimi sanatsal eğilimlerin acınacak hâline mi tartışılır. Ticari olacak kaygısıyla kaliteden ödün vermenin sıradanlaştığı bir dönemde metnin içinde barındırdığı bu eleştirel tavır yepyeni bir tartışmanın da fitilini ateşler umarım. Televizyon dizilerinde uygulanan yani en çetrefillisinden entrika ve bol ünlü formülü bir süredir tiyatro sahnelerinde bazı yapımlarda deneniyor. Bu formülün tiyatroya uyarlanamayacağının altını çizmenin önemli olduğunu düşünüyorum.
Hâlâ hevesimiz var
“Cırcır Böcekleri, İtler ve Biz” seyirciye madalyonun iki yüzünü tüm çıplaklığıyla gösteriyor. İki kardeş bir süre sonra rolleri değişiyor. Hırsız olan senarist, senarist olan hırsız oluyor. Birbirleri üzerinden ‘doğru’ ya da ‘olması gereken’ diye dayatılan hayatın insanı nasıl yok ettiğini gösteriyorlar seyirciye. Geldiğimiz noktada kurulan dünyanın insanın huzuru, mutluluğu ya da erdemli olması üzerine değil de tüketmesi, yabancılaşması ve yalnızlaşması üzerine olduğunu ortaya koyuyor sahnede gelişen olaylar. Seyirciyi sahip olduklarımız, sahip olduğumuzu düşündüğümüz ya da hayal ettiğimiz şeyler gerçekten gerekli mi yoksa sistemin bizleri içine çektiği bir girdap mı yüzleşmesine davet ediyor. Anne karakterinde Ayşe Lebriz Berkem girip “Artık hiçbir yer evimiz değil” deyince de yüzleşme en sert noktasına ulaşıyor. Elbette oyunun bir sözü var. Öner tavrını umuttan yana koyuyor bir yönetmen olarak. Oyunun gala gecesinde de çevirmen Yıldırım Türker’in “Eskiden de mutlu değildik ama hevesimiz vardı” sözüne atıf yapıp tiyatroya heves duyan herkesi cesaretlendirdi, umuda çağırdı. Gülsoy ile Teoman ise sahnede sade ve güçlü oyunculuklarıyla “Cırcır Böcekleri, İtler ve Biz”in etkili mesajının altını çiziyorlar. Oyunun başından sonuna kadar birbirleriyle paslaşıyorlar, yeri geliyor asist yapıyorlar, yeri geliyor gol atıyorlar. Bir tahterevallideymiş gibi birbirlerini yükseltiyorlar.